Pişmanlık
Babam hem asker olduğu, hem de sporu gençlikten itibaren çok sevdiği için biz de onun yanında spor ile büyüdük. Futbolu çok sevmezdi rahmetli, daha çok voleybol, tenis ve yüzmeye ilgiliydi. Nedendir bilmiyorum bende de heralde babamın voleybol sevgisinden sadece gözlemle bir kabiliyet oluşmuş. Anadolu lisesinde basketbolu çok sevsem de daha ilk beden dersinde hocamız topa müdahalemi görmesiyle beraber
“Biçer! Sen hemen okul voleybol takımına geliyorsun!” dedi. Emir demiri keser dedik devam ettik.
Orta 1 yılı sanırım sene 1996–97 olsa gerek, o dönem hazırlık öğrencileri okul takımına alınmıyorlardı o yüzden ilk resmi okul takımına voleybol ile bu şekilde giriş yaptım. Orta 1. sınıf olmama rağmen benden daha iyi pasör yoktu, ben çok iyiydim demiyorum, haşa estağfurullah, ama benden iyisi yoktu, topu oldukça yumuşatarak yükseltebiliyordum. İlk sene bütün maçlarda ilk 6'da çıktım sanırım 3. veya 4. olduk, bunu çok iyi hatırlamıyorum, neyse mevzu burası değil zaten.
İkinci sene farklı bir seneydi, teamüle göre Orta 3. sınıflar kaptan olurdu ve bizde de Orta 3. sınıftan çok iyi bir smaçör abimiz vardı. Fakat nedendir bilinmez o seneki hocamız Hakkı Hoca beni kaptan yaptı, çok iyi kalpli bir insandı, genç olduğu için hocadan çok abi gibiydi. Dediğim gibi teamüllere göre Orta 2. sınıfta kaptan olunmazdı. Vallahi yalan yok, çok sevinmiştim ama önemli olan tabii ki takım başarısı, yoksa siz kaptan olsanız ne olur olmasanız ne olur…
Neyse asıl mevzuya doğru ilerleyelim; o dönemde Yatılı Bölge okulları her sene Voleybol’da birinci olur ve bölge şampiyonluk turnuvasına giderdi, ki bu seyahatler süper bir tecrübe olurdu…Arkadaşlarınla başka bir ile gidiyorsun öğretmenevi, misafirhane vs kalıyorsun makara, gırgır, şamata efsane bir ortam. Bu en baba rakibimiz olan Yatılı Bölge okullarında okuyan arkadaşlar da yatılı kalmaları sebebiyle her dakika voleybol oynadıklarından baya iyi oynuyorlardı. Bir de yaş olarak da sanki biz 13–14 yaşındaydık, onlar 30 yaşında abilerimizdi. Kaç dikiş gidiyorlarsa artık yaşları bizden net 3–4 büyüktü. İlgili okulları spor müsabakaları hariç zaten bir başarı ile görmek zordu.
Tebessümle söylüyorum; bu yıllar Anadolu Liselerinin gerçekten özel yerler olduğu zamanlardı.
Neyse tekrar bu Yatılı Bölge de okuyan güya yaşıtımız, ama aslında abilerimiz olan savaşçı, komando kardeşlerimize dönelim. Bunlar smaç için zıpladıklarında içimizden yusuf yusuf moduna girdiğimiz de çok olmuştur, kazara surata vs. gelse zemini yalarsın, o şekilde sert de vuruyorlardı.
Orta 3. sınıfta sanırım ilk defa o kör talihi kırdık ve biz ilk seti aldık (1–0), bu sanırım daha önce olmamıştı, her daim finalde Yatılı Bölge ile karşılaşıp 2–0 kaybetmiş bizim okul. Bir önceki sene de o şekilde olmuştu diye hatırlıyorum. İlk set bittiğinde şampiyon havasındaydık. Kör talihi kırmıştık, ilk seti aldığımız gibi ikinciyi de alacaktık ve ver elini belki Urfa, belki Antep ama hepsi bizim için Paris gibi olacaktı. Full makara & eğlence…
2. set başladı, karşı takımdaki amca, ki amca demek normal biz sakal traşı olmuyorduk, bu abimiz resmen set arasında sakal traşı oluyordu, belki 17 vardı gene de günahını almayalım, servise bir geçti… Geçiş o geçiş… Aman Allah’ım, mermi gibi ya… Fiiiüüüüüv diye ses geliyor toptan, ortam Çanakkale’de top mermisi düşen mevziler gibi… Eleman bir de bizim 5 numaradaki çok sevdiğimiz hafiften zayıf bir arkadaşımızı de direkt radara taktı mı, bam vuruyor güm vuruyor her vuruş sayı…
Arka arkaya 7–8 sayı aldı bizim moraller çöktü, hoca taktik olarak bir şey yapmadı, O da panik oldu heralde ama en kötü şeyi ben yaptım. Amca her servisi atıp, direkt bam güm diye sayı aldığında oradaki arkadaşıma kaptan olarak tepki gösterdim, “Nası karşılayamıyorsun?” “Neden bir tanesini çeviremedin?” vs gibi. Bakışlar atıyorum off’luyorum poff’luyorum… Kaptanız ya kendimizi Allah sanıyoruz. Ne kadar yanlış…. Orada takım olarak her hata veya her sayı aldığımızda ortada birleşmeyi, birbirimizin sırtına vurmayı, haydi daha iyi yapalım demeyi öğretmediler… Oysa şu anda Voleybol’da en dikkatimi çeken şey hata da olsa hep beraber ortada buluşup olsun haydi daha iyisini yapacağız diyorlar ve bunu 20 sayı yedikten sonra dahi yapıyorlar…
Ben o bölgedeki en iyi pasörlerden biriydim bence ama öyle olmanın bir önemi kalmıyordu. İşin teknik ve taktiğinden ziyade duygu savaşını nasıl yeneceğimizi bilmiyorduk. Her hatasında o arkadaşımın yanına gidip şimdi bir daha kaybedebilirsin gene sayı verebiliriz ama izlemeye devam et, karşılamaya alışacaksın, bir yerde döndüreceksin ve orada biz sayıyı alacağız diyebilirdim… Demedim…Hıyar gibi bir de sinirimi hissettirdim yansıttım…
Sayıyı kaybedince ortada buluşmadık… Olsun, şimdi bir daha deneyeceğiz ve alacağız demedik. Birbirimize destek olmadık.
Sayıyı x bir oyuncu değil takım verdi, takım kazandı, şimdi de biz takım olarak kazanacağız demedik…
Bunu niye anlattım? Bu Pişmanlık benim iş hayatında aynı hatayı yapmamı engelledi… İyi bir lider miydik bilemem, kararını da ben veremem ama hata yapan arkadaşları yalnız bırakmadım, düştüyse kalkmasına yardım ettim… (Elimden geldiği kadar…Yetmiş midir? Onu da bilemem…)
Bir maç kaybettik, bir ömür kazandık…
O senelerde beraber oynadığım kıymetli arkadaşlarıma selam olsun…