Bir Tabutu Taşırken Ne Yazabilirsin?
Son günlerde Hasan Ali Yücel ile ilgili kitaplar okuyorum, 5–10 kitap ile anlatılabilecek bir insan değil fakat bir yazısı beni inanılmaz şekilde etkiledi. Atatürk’ün naaşı Etnografya müzesinden Anıtkabir’e taşınırken tabutu taşıması için kura ile seçilen 12 milletvekili arasına giriyor. Ve alttaki yazıyı kaleme alıyor…
Biliyor musun, bu ağaçtan kolunu tutarak taşıdığın tabutun içinde kim var? O insan mı? Olamaz. O bir cihandı. Fezalara sığmamalıydı; nasıl bir soğuk mahfazanın içinde durabiliyor? Oraya niçin girdi, nasıl girdi? Biliyor musun? Bilemezsin! Anlayamazsın. Sen bu muammayı çözemezsin! Önüne bak, işine bak. Taşı, o cihanı bu tabutun içinde belleyerek taşı.
Sen onu daima kendi arzularına göre yürür ve yaşar görmüştün. Şimdi O, hareketlerini sizin iradelerinize bırakmıştır. İstediğiniz yere koyup dilediğiniz yere kaldırıyorsunuz. Mukavemet etmiyor, hayır demiyor. Kendini size terk etmiş gibidir. Niçin? Niçin bu hür, hareketlerine sahip insan, hürriyetinden ve iradesinden vaz geçmiştir? Zihnini yorma; halledemezsin. Taşı, senin götürmek istediğin yer, şimdi O’nun gitmek istediği yerdir. Gözlerinin nemini kurutmadan, bol bol göz yaşı dökerek O’nu taşımak, vazifendir. O kadar! Sen onu yap ve başka şey sorma!.. Taşı!..
Taşı O’nu… Bir cihan götürüyorsun. Cihanlar yaratan bir insan götürüyorsun. Korkma, ezilmezsin. O, kendinin ezilmeden taşıtmak için sana kendi kudretinden vermiştir. Başka şey düşünme. Dikkat et, bu tabutun içindeki varlığında da O seni taşıyor. Sen kendini taşıyor gibisin. Karanlık meçhullerle dalma. Ellerinin üstünde en büyük hakikati götürüyorsun. O’na bütün katılığı, bütün acılığıyla dokunmaktasın. Buna mazhariyet her zaman mümkün olmaz. Kadrini bil. Başını önüne eğ. Gözlerinin yaşını silmeyi düşünmeden O’nu taşı! Taşı, omuzlar üstünde en büyük hakikati taşımaktasın. Sende bir yanından tut ve taşı!…
Bırakma zaman dar; çünkü hayat kısadır. Bu kısa mesafelere sonsuzluğu sığdırabilmek, herkese müyesser olmaz. Taşı, omzunda bir nâmütenahilik olduğunu bilerek taşı. Asırlar götürüyorsun. Bu ağırlık ondan. Asırlar ve asırlar, O’nda bir hayat olmuştu; O’nun yarım asrı birkaç yıl geçebilmiş örmene sığınmıştı. Gaflet etme; bir tarih taşıyorsun. İstikbal olmuş bir mazi görüyorsun. Maziyi istikbale naklediyorsun. Taşı; yükün ağır, fakat paha biçilmez bir kıymettedir. Taşı; O’nu taşıyarak sen de bir tarih oluyorsun. Bunu bilerek taşı !…
Yer nemli, gök nemli, gözlerin nemli. Bu ıslak hava içinde kaskatı ve kupkuru bir şey taşımaktasın. Üzülme. Maddenin ve ruhun bu çiseleyen yaşlarıyla o katılık yumuşuyor. O kuruluk yavaş yavaş yok oluyor. Hissetmiyor musun, taşıdığın cansız şeye yepyeni, başka bir hayat gelmektedir. Ve onun için değil midir ki O’nu taşırken bu hayat sana da sirayet ederek o aziz yükün altında dipdirisin. Canlısınız; taşınan da, taşıyan da. Ölüm artık siliniyor. Fanilik beka ile omuz omuza… Bu kadar yakınlık içerisinde O’nu hayatta hissetmiyor musun? Taşı; bir ölü değil, bir diri taşıyorsun. Hayatın kendini taşıyorsun. Taşı. O’nu taşıyarak yaşayacaksın. Yaşadıkça O’nu taşıyacaksın. Taşı, Taşı!…
Hasan Âli YÜCEL
Muazzam bir duygu, sonsuz bir ufuk içerisinde yazmış… Her okunuşta aynaların içerisinde Mustafa Kemal’in yaptıkları ve ruhu ile tekrar tekrar karşılaşıyorsun, hatırla unutma, unutmamalısın diyor tekrar tekrar ve bunu gözlerinden aklına oradan kalbinE dokundurarak yapıyor…